Hicri yılbaşımızı yaşadığımız 6 Aralık tarihinden itibaren hepimizi Aşure telaşı sardı. Öyle tatlı bir telaş ki… Aşure ile alakalı sohbetler, aşureye duyduğumuz özlem dilimizde hep. Her yıl Muharrem ayının 10. günü yapılır aşure. Aşurenin ortaya çıkışının en çok bilineni Nuh Tufanı ile ilgili olanı. Tufanın sona erdiği, Muharrem ayının 10. günü sular çekilmiş ve gemi Cudi Dağı eteklerinde karaya oturmuştur. Müminler kurtuldukları için bir gün şükür orucu tutmuşlar ve ellerinde az miktarda kalan bütün erzakları birleştirip bir aşure çorbası yapmışlardır. Nihayetinde de oruçlarını aşureyle açmışlardır. Pişirilen bu aş öyle bereketlenmiş ki, herkesin karnını doyurmaya yetmiştir. Her dinde vardır aşure, kendi adetlerine göre. İslam dininde de her mezhepte ayrı bir hikâyesi vardır aşurenin. Hikâyesi her ne olursa olsun aşure bizi birleştirici, kaynaştırıcı niteliğe sahiptir. Eskiden her evde pişen aşure mahalleye dağıtılırken, günümüzde apartman dairelerine dağıtılıyor. Aynı apartmanda oturup birbirini tanımayan komşular bu vesile ile tanınıyor. Bir kâse aşure, iki kelam lafa vesile oluyor. İki kelam laf ise uzun süren arkadaşlıklara.
Aşure geleneği…
Osmanlı kültüründe aşure sadece Muharrem ayında değil diğer zamanlarda da bir tatlı olarak yenilirdi. Muharrem ayında ise o aya münhasır özellikte ve ihtimamda yapılırdı bu tatlı. Osmanlı Sarayı'nda pişirilen aşureler saray mensuplarına ve ileri gelenlere "saksonya" adı verilen porselen sürahilerle, halka ise kazanlarla dağıtılırdı. Saray hazırlıklarının yanı sıra, padişah kızları da kendi saraylarında aşure pişirtip semt halkına ve yoksullara dağıttırırlardı. Saray mensuplarının karşılıklı olarak birbirlerine gönderdikleri aşureler, çok değerli porselen, kristal, bakır, gümüş veya pirinç aşureliklere konulurdu.
Aşure çeşitleri…
Melceü’t- Tabbahin’de (basılmış ilk yemek kitabı)iki çeşit aşure tarifi veriliyor. Birincisi bizim bildiğimiz, evimizde yaptığımız aşure. İkincisi ise Osmanlı saraylarında yapılan özel bir aşure. Süzme saray aşuresi olarak bilinen bu aşure şöyle tarif ediliyor. “Ânifen zikr olunduğu üzere buğdayı bolca su ile kaynatıp çatlamaya başladıkta üzerinden kepçe ile helmesini alıp yine su izafe oluna. Bu usule riayet olunarak tamam helmesi tencere ile ateşe koyup içine kuş üzümü ve miktar-ı vâfi keilmiş şeker dahi ilave edip kaynadıkta bir miktar miski güllap ile ezip anı dahi ba’de’l- izafe indirip tabaklara taksim ve üzerine badem ve fındık ve fıstık dizilip tenavül buyrula.” Bu şekilde hazırlanan saray aşurelerinin en ünlüsünü, Sultan II. Mahmud'un zevcesi, Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan'ın hazırlattığı bilinir.
385 senelik Aşure geleneği…
İstanbul’da Tophâne’de bulunan Kâdiri’ler Âsitânesi’nin 385 senelik geleneksel yemeklerinden olan Aşure, bu mekânda senede iki defa hususi merasimle pişirilir. Bu pişirim özel bir şekilde yapılıyor. Her malzeme Besmelelerle, Fatiha’larla, Yasin-i Şeriflerle koyuluyor. Hafızlar başında sürekli Kuran-ı Kerim okuyor. Sultan Abdülhamit dahi bu manevi yüklü Aşure’yi her pişirildiğinde istemekteymiş.
Aşureye has aşure adetleri…
ü Aşureye en az yedi farklı madde koymak ve bu aşureyi en az yedi kişiye dağıtmak.
ü Aşure pişerken karıştırmak için kullanılan kepçeye ibrişimle delikli gümüş paralar bağlamak, daha sonra bunları yıkayıp yine bereket olsun diye keseye koymak.
ü Aşure pişerken kazana kaşığı ilk daldırdığında, kaşığa bakla gelirse bu berekete işarettir. Bakla alınıp silinir ve gelecek yılki aşureye kadar bereket getirmesi için saklanır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder